Cevdet Bey ve Oğulları Orhan Pamuk’un ilk romanı ve klasik bir aile hikâyesi gibi görünse de aslında Türkiye’nin modernleşme sürecini, bireyselleşmeyi ve toplumsal değişimi ele alan derinlikli bir eser. Sayfalar ilerledikçe hikayede yıllar geçer ve okur değişimi izler…
Roman, Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’in erken yıllarına kadar üç nesil boyunca gelişen bir burjuva ailesinin hikâyesini anlatıyor. Cevdet Bey, geleneksel yapıyı terk edip modern bir tüccar olmayı hedeflerken, oğlu ve torunu, onun kurduğu düzenin içinde farklı yönelimlere savruluyor. Bu bakımdan, kitap hem bireysel hem de toplumsal dönüşümleri çok iyi yansıtıyor.
Cevdet Bey ve Oğulları romanında öne çıkan üç önemli karakter var. Orhan Pamuk, bu karakterler üzerinden Türkiye’nin modernleşme sürecini ve bireysel çatışmaları anlatıyor:
1. Cevdet Bey
- Romanın ilk bölümünün ana karakteridir.
- Osmanlı’nın son döneminde yaşayan bir Müslüman tüccardır ve modern bir iş insanı olmayı hedefler.
- Geleneksel bir esnaf kültüründen koparak Batılı tarzda bir aile ve iş düzeni kurmak ister.
- Zengin olmanın ve Batılı gibi yaşamanın modernleşme anlamına geldiğine inanır.
- Ancak, hayatını bu hedeflere adasa da bir noktada yalnızlaşır ve tatminsizlik hissine kapılır.
2. Refik
- Cevdet Bey’in oğlu ve romanın ikinci bölümünün ana karakteridir.
- Cumhuriyet’in erken döneminde yaşayan bir mühendis ve bürokrattır.
- Babasının tüccar kimliğini devam ettirmek yerine, idealist bir aydın olmayı hedefler.
- Fakat zamanla hayalleri ile gerçekler arasında sıkışıp kalır.
- Kendini ne tam anlamıyla babasının kurduğu burjuva düzenine ne de devrimci bir yenilikçiliğe ait hisseder.
3. Ahmet
- Refik’in oğlu ve romanın üçüncü bölümünün ana karakteridir.
- 1970’lerde yaşayan, sanatçı ruhlu ve içsel çatışmaları yoğun bir karakterdir.
- Babasının düzenli ama sıkıcı hayatına ve toplumsal beklentilere başkaldırır.
- Bir sanatçı olarak bireysel özgürlüğü arar ve entelektüel çevrelerde var olmaya çalışır.
- Ancak o da tıpkı dedesi ve babası gibi bir tür tatminsizlik içindedir.
Refik’in yaşadığı içsel çatışmalar ve modern hayata uyum sağlayamama sancıları birçok roman karakterinde karşımıza çıkıyor. Onun gibi idealist ama tatminsiz, bir yere ait olamayan karakterlere edebiyatın farklı dönemlerinde rastlamak mümkün.
1. Dostoyevski – Yeraltından Notlar (Yeraltı Adamı)
- Yeraltı Adamı, modernleşen dünyaya yabancı, toplumla derin bir çatışma içinde olan bir karakterdir.
- Tıpkı Refik gibi, sistemin dayattığı düzeni ve değerleri sorgular ama bir alternatif de sunamaz.
- Pasif bir karakterdir, büyük değişimler yapamaz, sadece düşüncelerinde kaybolur.
2. Franz Kafka – Dava (Josef K.)
- Bürokrasi ve modern toplum karşısında çaresiz hisseden bir karakterdir.
- Refik gibi, hayatın içinde kendine bir yer bulamaz ve anlam arayışı içinde sıkışıp kalır.
- Dışarıdan bakıldığında “başarılı” biri gibi görünse de içsel olarak sistemin çarkları arasında ezilir.
3. Albert Camus – Yabancı (Meursault)
- Modern dünyaya ve toplumsal değerlere karşı tamamen kayıtsızdır.
- Refik kadar idealist değil, ama onun gibi ait olamamanın getirdiği bir boşluk duygusu yaşar.
- Anlamsız bir hayatın içinde kaybolur ve sonunda kendini akışa bırakır.
4. Stefan Zweig – Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Romanın erkek karakteri)
- Burjuva değerlerine sahip, zeki ama duygusal olarak kopuk bir karakterdir.
- Refik gibi, etrafında gelişen olaylara karşı tam anlamıyla dahil olamaz.
- Hayatı boyunca bir ideal peşinde koşar ama sonunda yalnız ve tatminsiz kalır.
5. Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Hüküm Gecesi (Ahmet Kerim)
- Osmanlı’nın son döneminde gazetecilik yapan bir aydın olarak, yeni düzeni ve ideolojileri benimsemekte zorlanır.
- Refik gibi, eski ile yeni arasında sıkışmış bir karakterdir.
- Politik olayların içinde olsa da, aslında hiçbir yere ait hissetmez.
REFİK’İN SONU
Refik’in sonu, aslında onun hayatındaki tatminsizliği ve içsel sıkışmışlığı yansıtan bir şekilde bitiyor.
Romanın üçüncü bölümüne geldiğimizde, Refik artık yaşlanmış, hayatı boyunca kurmaya çalıştığı idealist dünya ile gerçekler arasındaki uçurumun farkına varmış biridir. Babası Cevdet Bey gibi bir iş insanı olmak istememiş, toplumu değiştirmek ve ilerletmek için idealist bir yol seçmişti. Ancak, hem siyasette hem de akademik hayatta hayal kırıklıkları yaşamış, kurduğu düzenin pek de bir anlam ifade etmediğini fark etmiştir.
Romanın ilerleyen bölümlerinde Refik’in artık iyice içine kapandığını, hayatının anlamsızlaştığını hissediyoruz. Oğullarıyla ve çevresindekilerle de bağları giderek zayıflamıştır. Kitabın sonunda, hayatta büyük bir iz bırakmadan, sessizce ölür. Ölümü, büyük bir trajedi ya da dramatik bir olay olarak işlenmez. Adeta varlığı gibi ölümü de silik ve sessiz olur.
Bu açıdan Refik’in sonu, tıpkı Tutunamayanlar’daki Selim Işık gibi büyük bir çöküşle değil, Kafkaesk bir kayboluş ve silikleşme ile sonuçlanır. Büyük idealleri vardı ama hayat onu sıradanlaştırdı ve yuttu.
Bir yanıt yazın