Robinson Crusoe – Yalnızlığın İçinde İnsan Olmak

admin avatarı

Daniel Defoe’nun 1719’da yayımlanan Robinson Crusoe’su, yüzeyde bakıldığında bir hayatta kalma hikâyesidir: Issız bir adaya düşen bir adamın, sınırlı imkânlarla yaşamını sürdürmesi. Ancak bu roman, yalnızca macera değil, aynı zamanda insanın doğa karşısındaki varoluş mücadelesinin ve kendi kendine yetmenin felsefi bir incelemesidir.

Modern İnsanın İlk Prototipi

Robinson’un hikâyesi, modern bireyin dünyaya bakışını özetler. 18. yüzyılın erken kapitalist ruhu, “çalışma” ve “üretme” fikri Robinson’un adadaki varoluşunun temelidir. O artık bir kaşif değil, kendi emeğiyle kendi dünyasını kuran ilk “modern birey”dir. Marx’ın emek-değer teorisi açısından bakarsak, Robinson’un adadaki her nesneye yüklediği değer, yalnızca onun yapımına harcanan emeğin bir yansımasıdır. Ada, onun özel mülkiyetinin somutlaşmış hâlidir.

Yalnızlık ve Tanrı

Robinson’un en keskin dönüşümü, fiziksel hayatta kalma mücadelesinden ziyade zihinsel yalnızlıkla yüzleşmesinde görülür. Issız ada, hem fiziksel hem de ruhsal bir sınav alanıdır. Heidegger’in “dünyaya fırlatılmışlık” (Geworfenheit) kavramı burada belirginleşir: Robinson, anlamını kendi yaratmak zorunda olduğu bir dünyaya atılmıştır. Başlangıçta tamamen pratik çözümler üretirken, zamanla dini metinlere yönelir, dua eder, kendi varoluşunu Tanrı ile ilişkilendirmeye çalışır. Bu, insanın en temel varoluşsal refleksi — ölümün ve yalnızlığın karşısında metafizik bir anlam arayışı.

Doğa ile İlişki

Robinson’un adadaki yaşamı, doğa ile insan arasındaki ilişkinin yeniden yazılmasıdır. Doğa artık sadece bir tehdit değil; aynı zamanda besin, barınak ve güvenlik sağlayan bir “ortak”tır. Ancak Robinson doğayı yalnızca hayatta kalmak için dönüştürür; adayı tarıma açar, kaynaklarını sistematik biçimde kullanır. Bu, Francis Bacon’ın “doğa üzerinde hâkimiyet” fikrine paralel bir yaklaşım. Yani doğa ile uyum değil, doğa üzerinde düzen kurma arzusu baskındır.

Cuma ile Karşılaşma – Öteki’nin Doğuşu

Cuma karakteri, romanın felsefi kırılma noktasıdır. Robinson için Cuma, hem bir dost hem de kültürel üstünlük hissinin yansıdığı bir “öteki”dir. Kolonyal söylemin tipik bir örneği olarak Robinson, Cuma’ya kendi dilini öğretir, onu Hristiyanlaştırır. Bu, Jean-Jacques Rousseau’nun soylu vahşi kavramına tezat bir durum yaratır: Cuma’nın özgün doğallığı, Robinson’un “medeniyet” adı altında dayattığı değerler ile dönüştürülür. Ada, artık yalnızca Robinson’un kişisel mülkiyeti değil, aynı zamanda bir kültürel asimilasyon sahnesidir.

Varoluşsal Sonuç

Roman, insanın yalnız kaldığında “gerçekten kim” olduğunu bulabileceği fikrini taşır. Robinson’un adadaki dönüşümü, modern insanın kendi dünyasını inşa etme çabasını ve bu süreçte karşılaştığı ahlaki, dini ve kültürel soruları yansıtır. Nietzsche’nin Amor Fati (kaderini sev) anlayışıyla okunursa, Robinson’un adadaki her zorluk ve yalnızlığı kabullenip onu bir yaşam biçimine dönüştürmesi, aslında trajedinin içinden anlam çıkarmanın bir örneğidir.

Erkan SALUR Robinson Crusoe

Robinson Crusoe’dan Modern İnsan İçin 5 Felsefi Ders

Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’su yalnızca ıssız bir adada hayatta kalma hikâyesi değil; modern bireyin dünyaya, yalnızlığa ve emeğe bakışını anlatan bir felsefe metni gibidir. İşte modern insana söyleyecek 5 önemli dersi:


1. Kendi Adanı Kur

Robinson, adada tek başına kalınca hayatını sıfırdan inşa etti. Modern insan da karmaşanın ortasında kendi “adasını” kurmalı: kendi değerlerini, kendi alanını, kendi düzenini. Heidegger’in dediği gibi, “dünyaya fırlatılmış” olsak da anlamı biz yaratırız.


2. Emeğin Kutsallığını Unutma

Adadaki her şey Robinson’un kendi elleriyle yaptığı birer emek ürünüydü. Marx’ın emek-değer teorisi burada hayat bulur: Ne kadar emek verirsen, o kadar sahiplenirsin. Hazır olana değil, ürettiğine değer ver.


3. Doğayı Yalnızca Kullanma, Onunla Yaşa

Robinson doğayı dönüştürdü ama aynı zamanda ondan beslendi. Modern insan ise doğayı sadece tüketiyor. Ada bize şunu hatırlatıyor: Doğa bir düşman değil; hayatta kalmanın ortağıdır.


4. Öteki’yle Karşılaştığında Aynaya Bak

Cuma, Robinson’un “öteki”yle karşılaşmasıydı. Bu karşılaşma, kimliğimizi, değerlerimizi ve önyargılarımızı ortaya çıkarır. Gerçek medeniyet, başkasını kendi kalıbına sokmak değil; farklılığı anlamaktır.


5. Kaderini Sev

Issız ada, görünürde bir felaket olsa da Robinson onu bir yaşam biçimine dönüştürdü. Nietzsche’nin Amor Fati anlayışı burada yankılanır: Başına gelen her şeyi sev, çünkü o senin hikâyeni oluşturur.


Son söz:
Robinson Crusoe’nun hikâyesi, modern insana şunu fısıldar: “Dünya seni nereye savurursa savursun, orada kendi krallığını kur.”

Erkan Salur

admin avatarı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir